30 Ekim 2010 Cumartesi

30 Ekim 2010, I, Ben Böyle Arının Amına Koyim

Veterinerler, minik dostlarımızın doktorları...

Kendinden küçük kardeşiniz olunca hayatınız boyunca bir çok hayvanın sorumluluğu ister istemez size havale kalabiliyor.

Veterinlerler gerçekten çok ilginç insanlar oluyorlar. Tabi bu biraz datıbba yaklaşımınız ile alakalı çünkü kimse veterinere gittiğinde gerçek bir doktor ile karşı karşıya olduğunu düşünmüyor.
Veteriner hekimlik son derece öncemli bir meslek ama bazen öyle olaylar oluyor ki ister istemez bu gerçeği unutuyoruz.

İran Kedisi, Sarmanullah
Bundan on sene kadar evvel kardeşimin güzel bir İran Kedisi vardı. Mart ayında zina yaptı diye recmettiler. Hahaha.
Kedinin salaklığına mı gelmiş nedir, binanın 4 ya da 5inci katından betonu boylamış. Dört ayak üstüne de düşmemiş zavallıcık. Bulduğumuz zaman sersefil haldeydi.
İlk müdahele tabi ki her zamanki gibi bana kaldı. O zamanlar oturduğumuz evin yakınlarında ciddiyetli gözüken çok katlı bir hayvan hastanesine götürdüm hemen.

Kedici hemen içeri alıp beni ayrı bir yerde oturttular. Vakit geçmek bilmiyordu. Sigara üstüne sigara tüttürüyordum. Kapının üzerindeki plastik kaplamalı Nacar marka duvar saatinin yelkovanı durmuştu sanki. Fonda hüzünlü film müzikleri çalıyordu.
Derken muayene odasının kapısı usulca açıldı ve ağır ama sakin adımlarla, o kahraman kostümü misali önlüğü ile veteriner hekim bey çıktı.

İnsana güven veren bir duruşu vardı. Onun o halini görünce biraz olsun içime bir rahatlık geldi.

Gözlerini üzerime dikti. "Kedinin yakını siz misiniz?" dedi. "Benim" dedim. "Sizinle yalnız konuşalım" dedi. Zaten yalnızdık duruma anlam veremedim.

Şu ana kadar ki olayları biraz renkledirmiş olabilirim ama şimdi yazacaklarım yüzde yüz gerçektir.
"Nasıl durumu?" dedim. Derin bir nefes aldı, göğsünü dikledi; "Yako Bey..." dedi."Tıpta yüzde yüz yoktur..." Bunu duyup da gülmeye başlayınca zaten ipler koptu. Sanki çok yakın bir aile bireyi by pass olmuş da beş damarı değişmiş gibi..

---------

Sonradan anlaşıldı ki çene kemiğinde şu an adını hatırlayamadığım türden bir kırık varmış ve bunu Türkiye'de yapabilen bir tek hekim varmış. O da Ankaradaymış.
Nasıl ki zengin vatandaşlarımız ciddi hastalıklarında yurt dışına giderler, bizim kedi de şehir dışına gitmek üzere hazırlandı. Ambulans uçakla Ankaraya gittik (dediğim gibi bazen renklendirebiliyorum hikayelerimi), ameliyatı olduk ve döndük.
Bu kadar hayatta kalma çabası, kaderden kaçılamıyor sevgili okuyucularım. Kardeşim olayın üzerinden kısa bir zaman sonra kediyi kaybetti.
Yani kutuplara bırakılan kedilerin milyonlarca kilometre yol katedip sokağına numarasına kadar evinize geldiği hikayeleri unutun. Ya da mefta oldu zavallıcağız.

----------


Geçenlerde de bizim kızı götürdüm. Hamile olduğundan kıllanıyorum biraz(kızım dediğim 1 numara köpek, dişi).
Gerçi erkek köpeğin cevherini gördükten sonra hamile olmaması olanağı zaten çoktan ortadan kalktı. Herifin boyu 30cm, cevherin 25. Zavallıcık yere sürttüğünden yürüyemez hale geldi.

Yine gittik doktor amcalara.
"Yüksek ihtimal hamiledir, on beş gün sonra ultasona geliyorsunuz !"....

Bilmiyorum veterinerlerden bu cümleleri duyunca yüzümde pis bi gülümseme oluşan bir tek ben miyim. Çok zor tutuyorum kendimi.
Sonra soracağım doktora, bebeğin cinsiyetini... "Kız mı erkek mi hekim bey?"

Kız, erkek, erkek, kız, erkek... liste uzuyor.
Malum çok doğuruyor it milleti.
Hazırlıkları yaptık, çocuk odasını pembe ve mavi renklere boyadık gereki donanımları edindik..
Hep veterinlerin yaklaşımından sonra oluşan ciddiyetten dolayı böyle oluyor...

Arı
----------

Yeni mezun veteriner, ama şehirli. Köye gidiyor büyük başlara bakmaya.
Köylülerle iyi geçinmek, kendini sevdirmek niyetinde... İşi bitiyor.
İletişim kurmanın yollarını arıyor. Aklına bir espri geliyor...

Arınınkini Bulamadım
"Kanadı var uçamaz, peteği var bal yapamaz" nedir bu ? Cevabı da kanatlı orkid mi ne. Böyle de kaliteli bir espri.

Köylü herifin suratına bakıyor.
"Ben öyle arının amına koyim"

Sevgiler Saygılar
Yakonuz

29 Ekim 2010 Cuma

29 Ekim 2010, I, Bugün

Bugün bu günümün nasıl geçtiğini anlatacağım.

Cumhuriyet ve Cadılar Bayrmanının bu sene üst üste gelmesinden dolayı uzayan tatilin keyfini çıkarıp öğlene kadar uyudum.
Öğlene kadar uyumanın yatırımını dün geceden yapmıştım zaten.

Kanımdaki alkol miktarı bir şişe kolonya damıtmaya yetecek seviyeye geldiği zaman o geceki uykumun uzun olacağını zaten biliyorum. Dün geceki içki miktarından 3-4 şişe kolonya çıkacağını düşünürsek, bugün akşama kadar uyumam lazımdı aslında.

Dün gece bir parti vardı. Bir kızın şampanyasını devirdim. "Telafi et bunu dedi".
Bara gittiğimde şampanya bitmişti. Kadehin yarısını vodka, geriye kalan kısmını da elma suyu ile doldurup köpük yapması için bir parmak soda ilave ettikten sonra kıza götürdüm. "İçine mi işedin?" dedi bana.

Alkol kanda sirküle olmaya devam ediyordu... Hala da ediyor.

İçine işememiştim ama kibarlığımı da bırakmak istemiyordum. Mahçup bir şekilde uzaklaştım.

-------

Evet öğlene kadar uyudum. Sonra kalktım

Galataya gittim.
Bir hanım arkadaşımla buluştuk. Kendisini çok yakın tanımıyordum.
Bayağı bi geveze çıktı, dolayısı ile yeniden içkiye başladık.
Karşılıklı içkiye sarılmamızdan kendimin de boş konuştuğuna kanaat getirdim.
--------
Gittiğimiz yer, adını unuttum, Şişhaneden Tünele çıkan yolda, kaldırım üstüne ufak bir seti ve bir kaç şirin masası olan bir yer. Yolu düşen mutlaka uğrasın.

Aslında başlarda aloke niyetimiz yoktu. Güzel şey şu alkol. İnsanları birbirlerine daha çok tahammül edebilir kılıyor. Yazık ki yine zam gelmiş; çevremdeki insanları yeniden gözden geçirmek durumunda kalacağım şimdi.

Alkol 
Ama alkolden mi değil mi bilemem uzun uzun oturmuşuz.
Zaten kalktığım saatin 12.30 ve orada olma saatimin 14.00 olduğunu göz önünde bulundurursak...
18.30 civarı da bölgeyi terkettiğim düşünülecek olursa 19.00 itibarı ile evde olmuş olmam doğal görünüyor.
---------

Gün daha bitmedi tabi ama ben fırsatım varken yazmak istedim. Birazdan alkole devam etmek üzere evi terkedeceğim. Umarım bu akşamki hesaplar zamlı tarifeden gelmez.

Gelirse de ödemeyiz; en kötü dükkanın önünden hızlı geçeriz.

----------

Bu kutsal günde tekrardan Cumhuriyetin Kurulmasına kadar ülkemizin atlattığı badireleri ve içinden geçtiği durumları hatırlatmak ve anmak isterim.

Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun

sevgi ve sagılarımla

yakonuz

28 Ekim 2010 Perşembe

28 Ekim 2010, I, Cadilar Bayramı


Şirinler
Biraz da gündemden gidelim,

Tarihi eski pagan festivallerine dayanan Cadılar Bayramı kapımızda. sanki bizim kültürümüzün bir parçasıymış, islamın bir gerekçesiymiş gibi hazırlıklar yapılmaya başlandı. Kostümler aldını, balkabakları kazındı.

Kurbanları kendi bayramımıza saklıyoruz. Esas kanı o zaman akıtacağız :)

Cadılar Bayramı gibi bir festivalin Türkiye'de ya da İslam dininde olması komik olurdu gerçekten. Güneşin ağırması ile beraber camiye giden binlerce kostumlü insanı düşünün.

Çorabı delik vampirinden ter kokulu mumyalara...
Kimse darılmasın, malesef çok temiz ve itinalı bir toplum sayılmayız.

İlk kez bir olayda kadınlar erkeklerden daha ön planda olurdu. Ne de olsa halihazırda hepsinin kapkara korkutucu kostümleri zaten var. Tek sorun girdikleri yerde pişti olmaları olurdu.

Aslında sakal olayını abartan kimi hocalar da görüntü olarak hiç de fena sayılmazlar. Kapı kapı dolaşırlarsa pek ala akide şekeri ve kolonya kapabilirler bol bol.

Ya balkbağından yapılma mahyalar :) Elektriğin olmadığı zamanlar mahyalar mumdan yakılırmış yani çok da yeni bir yaklaşım değil bu.

Bayram namazının ardından iki gün kabristan ziyareti... Tek bir fark ile. Bu kez kabirden size geliyorlar ziyarete...

Komik şeyler bunlar sevgili okuyucalar. Eğlenceye, içmeye hatta haddini bildikçe biraz kudurmaya bile kabulüm. Hatta kendi kültürümüze ait bir çok alışkanlığı yadırgadığım, sevmediğim bile doğrudur.
Ancak bizimle yakından uzaktan alakası olmayan, ödünç alınmış popüler kültür alt kategorilerine adapte olma çabaları beni daha derinden yaralıyor.

Kendi kültürümüzün her türlü vecibesini yerine getirdik, sırada dünyadan seçmeler kaldı. Ama biz Türküz, çok yakında Noel Baba ya da Nuhun Gemisi gibi sahiplendiğimiz değelere bunu da ekleriz. İnanın bana an meselesidir. "Baş Cadı'nın mezarı Konya'da ortaya çıktı !!!" gibisinden manşet haberleri şimdiden görebiliyorum.

Kısa Bilgi.  Gerçekten bir baş cadı var :) Yani aslında bir baş cadı değil ama uğrun kurbanlar verilen Samhain. Ekim ayının son günü diğer dünyadan iletişim kurmak için bu dünyaya gelir ve ölüler ile canlılar arasında bağlantı sağlarmış. Şekerler Samhain'i doyurmak için, balkabakları da ona tapanları belirlemek için kapıların önüne konulurmuş. Zaman içinde popüler kültür olarak benimsenmiş.

Son kez şunu da belirtip noktalıyorum.

Samhain Türkmüş :)

sevgiler saygılar
Yakonuz

27 Ekim 2010 Çarşamba

27 Ekim 2010, I, Istanbullunun bitmeyen cilesi II (çile is back)

Sevgil okuyucularim,

Cok degil, daha bundan bir kac gun once istanbullunun bitmeyec cilesi olan trafik konusuna deginmis ve faydali oldugunu dusundugum tavsiyeleri sizlerle paylasmistim.

Bugun ise bu sehirde yasamis oldugum 35 seneye yakin gecen zamanda gordugum en akilalmaz manzara ile karsikarsiyayim.

Trafik durmus, çile ebediyen bitmis durumda sevgili okuyucularim.

Yakinda tuz, seker istemek icin birbirlerinin caminini tiklayan suruculer ya da misfirlige giden yolcular gorursem sasirmam.
Hatta acik camdan ona buna bakindigi icin kizini azarlayip arabaya girmesini tembihleyen bir baba gordum.

Cevre yolunun basinda arabalarinda sevisen ciftler eve vardiklarinda cocuklari dogmus olacaklar.

Hatta ucuncu koprunun ikinci cevreyolunun belirli kilometlerleri arasina yapilmasi karari bile alinabilir.

Demin gazetede okudugum bir haberin manseti " avrupada acik yol yok" idi.
Isten kac gun once ciktim hatirlamiyorum.

Yanimda beslenme niyetine hicbirsey yok. Demin bir kitap bitirdim, ciddiyim.

Yine bugun gazetede Agaoglunun arabalarinin degeri yaziyordu. 11 küsür milyon tl...
O degerde yol yapilmamis bu istikamette. Ama yogunluk boyle devam ederse Agaoglu MyWay projesi gundeme gelebilir... Reklamlarda da Sinatra ...

Sacmaliyorum sevgili okuyucu. Beni de anlayin ama... Isten cikali bir kwc gun oldu gercekten...


35 seneye yaklastim bu sehirde,
Boylesini ne gordum ne duydum...

Sevgiler, saygilar
Yakonuz

26 Ekim 2010, I, Aşkın Reçetesi

Aşkın Mucidi E.W.Hitch

Hayranlarımdan birisi bugün bana aşkın reçetesini yaz dedi.

Düzeltiyorum, sanırım tek hayranım bana bugün aşkın reçetesini yaz dedi.
Seni mi kıracağım, dedim.

Dedim demesine ama aşkın reçtesini yazmak için önce aşk doktoru olmak gerekmez mi ?
Sen 6 sene oku, sonra TUS'a gir, aşk bölümünü kazan. Orada da bi dört sene... Ondan sonra zibidinin teki çıksın aşkın reçetesini yazsın.
-----
Yurdumuzda tıbbi otorite hiyerarşisi şu şekilde işler biliyorsunuz: Başhekim, Hekim, Hemşire, Vatandaş.

Hastalandığınız zaman yukarıda saydığımız bu dört mercinin dışında bir yere giderseniz başınıza bela alabilirsiniz.

Her ne kadar benim yazacağım aşk reçetesi, babaannenenizin boğaz ağrınızı geçirmek için karabiber ve baldan yaptığı karışım ile aynı nitelikte olacaksa da, Bir türk tıpsever olarak bu hizmeti takipçilerimden esirgememeye karar verdim.

bir diğer problem ise ben reçteyi yazdıktan sonra hastanın bunu okuyabilecek ya da okuyamayacak olmasıdır. Biliyorsunuz ki yurdumuzda bir tıp otoritesi olarak Doktor ve Vatandaşın ayrımı, yazılarının okunabilirliği ile alakalıdır.

Bir doktorun saygınlığı, yazısının çirkinliğe ile doğru ortantılıdır. Bir profesörün yazısı en kartal gözler ve kriptocular tarafından belki okunabilirken, bir doçentin yazısı eğitim seviyesi yerinde bir insan tarafından dekode edilebilir.  Pratisyen hekimlerin yazıları billboard gibidir.
Ben de bir tıp otoritesi olarak Vatandaş konumunda olduğumdan yazımın okunulurluğu konusunda bir problem çıkacağını zannetmiyorum.
-------                                             
Şimdi sevgili ve tek hayranım için aşkın reçetesini yazıyorum :


Hmm,
Sevgili Hayran,

Ben de kendimi sıradan bir Vatandaş sanıyordum ama;
Yazımın okunulabilrik durumundan görünen o ki, ben bu işin Profesörü olmuşum.

Üzgünüm elimden geldiğince sana yardımcı olmaya çalıştım.

Reçeteyi yaz dedin; yazım. Benden bu kadar.

Malesef ki kırk yıl uğraşsan da bu yazıyı çözemezsin.
Sen bir pratisyen hekime görün. Eminim o sana düzgün bir reçete yazacaktır.

----------

İşte bu şekilde herkese elimden geldiğince yardımcı olmaya, sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyorum sevgili takipçilerim.

Sevgiler, Saygılar
Yako

26 Ekim 2010 Salı

25 Ekim 2010, I, Gülben Ergen'lik Sivilceler Bunlar

sevgili okyucu

vücudumuzun olmadık zamanlarda bize kimi nahoş oyunlar oynaması ne kadar sık rastlanan bir olaydır öyle değil mi...

o kadar münasebetsiz zamanlarda o kadar olmadık beklenmedik sorunlar yaratır ki, olay kendinizi yumruklaman noktasına gelir. işin kadın tarafını bilemiyorum ama hangi erkek ilk kez yemeğe çıktığı, daha da ilerisi, ilk kez seviştiği bir kadının yanında sinyal veren sindirim sistemi ile savaşmamıştır ki.
ilk kez beraber uyandığınız bir kadının yanında vucudunuzdan fırlayıp gitmek isteyen o gazın, sıkıştığı o küçücük yerde nasıl da patlayıcı bir hal aldığını aklınıza getirin. şunu da itiraf edin ki içeri doğru osurup size geçici bir rahatlık hissi veren o suni sıvışma sizi asla kurtarmayacaktır... artık yanınızdaki kadın mı gitsin, siz mi münasip bir bahane uydurup gönderin...

ya da 12 yaşında minicik bir kız çocuğunun regl olması! bunu sorgulamak bana düşmez :)ama küçücük bir bünyenin böylesine bir olaya tanık olması.. hele ki kan görmenin daha çekilmez olduğu o cocuk yaşlarda..

bir de; zamanında çıkan 20 yaş dişi yoktur. en azından ben duymadım. eminim siz de duymamışsınızdır. 20 yaş dişi bir mit olabilir. eminim çoğumuz 15 yaşında acılar içinde çıkan 20 yaşının kıvranmalarının yanında, dişin ismine kanıp "vay be erkek oldum" ya da "vay be kadın oldum(ki bi 20lik dişle olmuyor o öyle..)" demişsinizdir. bu dişe yirmi yaş dişi adını veren dişçi, doktor, berber, her ne ise onun kafasına tükürmek isterim.

bunun gibi beklenmedik ya da beklendik aktiviteleri saymakla bitmez tabi. benim de, ki ben 35 yaşındayım, yarın önemli bir toplantım öncesi alnımın ortasında çıkan lenduha gibi bir sivilce biraz canımı sıktı işin aslı. 35 yaşında, yolu yarılamış bir insanın alnında neden sivilce çıkar? sivilce dediğin ergen adam işidir bu yaşta çıkan sivilceye bu işin hesabını sorarlar...

demek ki bu sivilce kaderini doldurmamış! hadi yaş 20,22 olsa, yine horonmal bir durum kisvesi altında bir kılıf uydurabilir ansızın beliren sivilceye.
gerçi ben sivilceye o kadar takılmadım. nihayetinde kadın değilim(bunu her söylediğimde mutlu oluyorum). ama çıktığı yaşa takığım işte.
ama zamansız çıkan bu sivilcelere birilerinin bir şeyler söylemesi lazım kanaatimce.

vucut bu işte. olmadık zamanlarda olmadık sinyaller verecek, tüm ilgiyi her zaman üzerinde isteyecektir. gereksiz gazlar, geğirikler, kokular... sivilceler ve siğiller..sefiller... tedbir almak da bir çok zaman mümkünsüz olacaktır ansızın beliren anomalilere.

yapacak bir şey yoktur sevgili okur.

umuyorum ki sivilcem yarın sorun çıkarmayacaktır :P

24 Ekim 2010 Pazar

24 Ekim 2010, I, Ben Kadının Zeki, Çevik ve de Ahlaksız Olanını Severim

Son zamanlarda tek gecelik ilişkiler yaşayan erkeklerin ortak bir sorunu var. Öyle ki ya gerçekten alnımızda aptal yazarcasına gerizekalı bir cinsiyeti temsil ediyoruz ya da kadınlar şeytani bir zekaya sahipler. Kadınlar melek olduğuna göre ben biz erkeklerin alıgısına değinmek istiyorum.

son zamanlarda yaşadığım tüm tek gecelik ilişkilerden sonra aynı sözleri duyuyorum. Ne adam mışım diyorum hatta bir çok seferinde çünkü bu kadınların hepsinin ortak özellikleri hayatlarında böyle bir şeyi ilk kez benimle yapmış olmaları.

ya koca istanbulda erkek kalmadı ya da kalanlarda da iş kalmadı. ne de olsa şehirde nüfus az. kadınlar erkek kıtlığından konuşurken bundan söz ediyor olmalılar. yani tüm bu erkekler tükendi de hepsinin de tek erkeği biz mi olduk ?

bu günah çıkarma işlemi muhtemelen toplumumuzun baskısının bir sonucu olsa gerek. en prenses kadın bile bu ahlaksızlık hakkının kendine bahşedilmiş olduğunun farkında değil. hala daha kendi ayakları üzerinde durmaktan çok uzaktalar.

ha tabi kendi aykları üzerinde durdukları zaman hemen damga yemek gibi bir tereddütleri de yok değil. burada suçu sadece toplumda değil, çok modern geçinip de kalbinin en derin köşelerinde bakire kadınla evlenme saplantısı halinde olan diğer tüm erkeklere de veriyorum. bu şeklide kadınlarla bir oyun hamuru gibi oynayıp, şekilden şekile sokup da ondan sonra damgamalak, ancak kendi hamurunu yoğurabilmekten uzak bir toplumun mensuplarının işi olabilir.

hazırclığa alışmış, daha ilk günden ağzımızadaki meme kesilmemiş bizler de, bu rehavet ve üşengeçlikle işin kolaylına kaçmayı ve ardını arkasını düşünmeden karşımızdakini damgalayarak minareye kılıf uyduruyoruz; oh ne güzel.

ondan sonra kadın ahlaksız, kadın yanlış. bir maç kazanıldığında seviniyorsanız eğer, standın neresinden oturduğunuz ile alakalıdır. biz halen deplasmanda zafer kazanmaya çalışan takımın desteklçileri konumundayız.

tezahürden izole, bildiğini okuyan ve ayakları yere basan kadının arkasındayım.