22 Ekim 2010 Cuma

22 Ekim 2010, II, Yepyeni bir Sektör

Sevgili okuyucularım;

gün geçmiyor ki literatüre yeni bir sektör eklenmesin, Norveç asıllı bilim adamlarının deney sonuçları gazetelere yayınlanmasın.

kim derdi ki bundan sadece 15 sene öncesine kadar bilgi alış verişinin televizyon, radyo ya da gazete gibi mecraları aşıp da bu günlere geleceğini. gözümüze arpacık, g.t..müzde körpecik çıksa resmini çekip anında paylaşabildiğimiz bu günler ile sevgilimizden telefon gelecek diye evdeki tek hattın başında terör estirdiğimiz günleri kıyaslamak caiz midir?

bilgi ve iletişim BİLİŞİM sektörünü doğurdu.

ben kendim de bu sektörden esinlenerek yeni bir sektör oluşturdum. isteyen hastası olur takip eder, istemeyen odayı terk eder.

nasıl ki en büyük hobilerimden bir tanesi YEMEK, ben de yemek ve iletişimi bir arada sunan bir dal yarattım. adı YEMİŞİM.

insanların nasıl ki hayatta kalmak için yemeye ihtiyacı var, aynı şekilde yediklerini de eşle dostla paylaşma ihtiyaçları var. Var ki kim iyi kim kötü bilinsin, harcanan paralar, bozulan mideler boşa gitmesin.

YEMİŞİM sektörünün en önemli misyonlarından bir tanesi bu paylaşım ağı kapsamı altında insanları boş para, vakit ve sağlık harcamalarından kurtarmak. şimdilik ciddi değilmiş gibi görünse de orada burada, özellikle Beyoğlunun Tünel bölgesinde, kızamıkçık gibi türeyen restoran sayısı bu şekilde artmaya devam ederse, bugün YEMİŞİM sektörüne yatırım yapanlar seneler sonra çok büyük paralar kazanacaklar.

YEMİŞİM sektörünü dediğini duyar gibi oluyorum ve düzeltiyorum; yanlışsınız. YEMİŞİM sektörü. Doğrusu bu.

Bilişim kavramı da hayatımıza ilk girdiği zamanlar yadırganmıştı ama zaman içinde en çok para kazanılan, en çok sömürülen sektörlerden birisi haline geldi.

herkes yemeğini nerede ve ne şekilde yediğini yazar, sevdikleri ve hatta sevmedikleri ile paylaşırsa YEMİŞİM sektörü de zaman içerisinde aynı ivmeyle yadırganılmaktan çıkıp hayatlarımızdaki yerini alacaktır.

ilk YEMİŞİM şirketinin temellerini çok yakında atıyoruz. Bir nebze olsun girişmci görüyorsan kendini, iştirak etmekten imtina etmezsin...

inan bana sevgili okuyucu, gelecek YEMİŞİM'de.

Yemişim...

22 Ekim 2010, I, Bana Hatta Kalmam Salik Verildi

Sevgili okuyucularim,

Yaklasik bir seneden beri GSM operatorlerinin uyguladigi bir sistem var ki benim hic hosuma gitmiyor. Eger o anda aradiginiz kisi bir gorusme halinde ise, telefon sakin sakin calacagi yerde bu uyariyi yapan kadinin sesi ile sizi inletiyor. "aradiginiz kisi su anda bir baskasi ile gorusmekte, lutfen hattan ayrilmayin"

Sevgili okuyucu, bizim gibi bir cakallar ulkesinde yasamak demek boyle bir uygulamanin aninda suistimal edilmesi demektir. Bu uyariyi duyan arayicinin suratinda muhtemelen pis bir gulumseme beliriyor ve odemekten kurtuldugu 3 5 kurusun sevincini yasiyordur. Madem ki para satin alirken kazaniliyor, o zaman arayiciyi suclamayalim. O zaman da arayan kisinin gunahi nedir ?

Neden aranan kisi uzerinde duruyorum? Cunku ben bir modern cag Robin Hood'uyum her zaman boynu bukugun yanindayim, boynum bukuk. Bizim gibi yildizi dusuk insanlari telefonu gun boyunca pek calmaz ancak gunun herhangi bir saatinde on kisi ayni anda arar. Bu bir alerjik hapsirik krizinin tipatip aynisidir. Calan ilk telefon bundan sonra calacak olan diger telefonlarin habercisidir ki bunun olmasi kacinilmazdir.

Bunun iki sonucu vardir birincisi ikinci calan telefona yetisecegim derkenilk telefonu kacirmak. Ikincisi ise siz ikinci telefonu acana kadar ikinci arayani da kacirmaniz ve ilk arayani tekrar aramak zorunda kalmanizdir. Yani her iki kisiyi de ayni anda geri aramaniz gerekir ki bu da bir onceki aramada plansiz olarak kazaniomis olan ekonomik avantajin faizi ile kaybedilmesi anlamina gelir.

Uzun lafin kisasi sevgili okuyucalarim, yeni uygulamayi protesto etiyorum, yaziyi uzatmiyorum cunku bir toplantiya giriyorum.

Sevgiler saygilar

21 Ekim 2010 Perşembe

21 Ekim 2010, III, Yemeksepeti.. Olduğu Gibi

Başkalarının olduğu gibi komik hallerinden malzeme çıkarmak bir mizahçının hem üstün hem de altın yönüdür sevgili okuyucular. Mizahçının ustalığı o malzemeyi nasıl yorumladığı ile alakalıdır. Türk mizahının en büyük temsilcilerinden Ferhan Hocamızın(Şensoy) günlük gazete(gaste) haberlerini yorumlamasının tadı herkesin damağındadır.

Ben hepimizin dünyasında varolan www.yemeksepeti.com isimli siteden bazı alıntılar yapıp yorumlamak istiyorum çünkü her akşam bu sitenin başında en az bir yarım saatim gidiyor...

karşılaştığım isimlerden bir kaçı şöyle:

Antakyakolik : söyler misiniz sevgili okuyucalarım, böyle bir yerin ismini girdikten sonra tıklayıp da menünsünü görmeye tenezzül etmek istermisiniz. Sanki madde bağımlısı birisinin açtığı sıradan bir yer. Bir etniklik özentiliği... olmamış...

Aşk-ı Tantuni-gayrettepe : herhalde yakışıklı olmak isteyen erkekler buradan sipariş verecekler düşüncesi güdülmüş. kadınların tantuni yemek isteyebileceğine zaten imkan vermiyorum.

Balıkçı'dan Balık Lokantası, Şişli : bu sorunun cevabı sorunun içinde

BTC Burger Turk, Mecidiyeköy : Bu ismi görüp de iştahınızın açılmaması mümkün mü ? sadece ismi okuyup on tane burger yemek istiyorum.

Çin büfe, Maslak : !!!. Herhalde Çin'de Eminönü meydanı varsa, ortasında bu büfe var... Ya da Taksimde sıraselvilerin yanında ördek amerikan filan veriyorlar.. Nasıl bir isimdir...?

Dürümcü Kankalar, Çeliktepe : yorumsuz

İpar Pizza Kebap, Akatlar : Dünyaca ünlü bir zincir

Noodle de Gomen, Gültepe : anlam veremiyorum

Önder İskender, gayrettepe : işte en çok takık olduklarımdan bir tanesi. ilk kez yemeksepetine girip de böyle bir isimle karşılaşınca insan ne düşünür. Ne için Önder isimli bir İskenderciden insan iskender yemek ister. İskendere saygısı olan bir insanı bile İskender'den soğutacak bir isim.

RG İskender, Beşikteş : taklitler aslını yaşatır. Bunu görünce Önder İskender'den yemek söylemek istiyorum

Sucuğum Afyondan : diyecek bir söz bulamıyorum, Afyonlu, çok akıllı bir girişimci.

Taj-Mahal Indian Restaurant, Cihangir : kendin evinde hissetmek isteyenlere

UKD Urfam Ocakbaşı, Mecidiyeköy : anlıyorum ki Mecidiyeköy ahalisi kısaltmalı isimleri seviyor.


Tüm bunların sonunda hala daha ne yiyebilmiş olmama karar verememiş olmam da benim bir zavallılığım sevgili okuyucularım. Önder İskender ile Çin büfe arasında gidip geliyorum..

sevgiler saygılar

yakonuz

21 Ekim 2010, II, Adrian Brody'nin o tipi

Sevgili Okuyucularim,

Kendimi cok zor tuttum isin asli bu kadar siklikta yazmak istemiyordum ama ben baktikca o da bana bakip durdu, adeta icime girdi, Mona Lisa gibi nereye gidersem takip etmeye basladi, en son buzdolabindan cikinca iyice killandim( vaktimin cogu orada geciyor)

Okuyucularim, bu Adrian Brody denen adamin tipi nedir?? Aranizdan bazilarinizin "sacmalama Yako, ne kadar daa hos bir adam" dediginizi duyar gibi olabiliyorum ama o bazilarinizi dinlemiyorum iste. Kardesim bu adam bildigin Turk. Hatta Trabzon merkezden. Bu kadar mi zor kimlik saklamak ama bunun baska bir aciklamasi olamaz. Cocukken bu herifi Pontus Montus ayagina kacirip devsirmisler. O da idris olan adini adrian (idrisin gozu anlaminda) degistirip katolikligi secmis, erikli suyuyla vaftiz olmus, sahadet getirmis, gel zaman git zaman yuru ya kulum olmus mu dunya capinda bir oyuncu...

Ama kadin milleti boyledir. Gercekleri gormekten ucuz bir bahane yuzunden kolaylikla imtina edebilir. Adrian Brody..cok hos adam... Trabzonun son bekar kadinindan duysam sasirmayabilirim ama son derece egitimli yok efendim gustosu yerinde gecninen bayanlarimizdan boyle yorumlar duymak affedilemez.

Sevgili okuyucukarim, benim icin bu dunyadaki en onemli seydir yakisiklilik ve kimsenin hakkiyla geldigi yerde gozumuz olmaz, lakin birinden bu adamin hos oldugunu duydugum zaman bir kac tirnagimi yerinden sokesim geliyor. Yaratik standartlarina birebir ornek olabilecek bir tipi olan bu adami hos bulmak, ikiyuzlulugun en belirgin bir emaresidir. Sorarim sana okuyucu, bu adam bir bakkal usagi olsa yine cok hos diycek misin? Asagidaki resme bir bak ve su adamdan para ustu aldigini bir dusun..

Okuyucu, elini vicdanina gotur ve iyice o resme bak, bu adam iyi bir oyuncu olabilir ama hoslugun, guzelligin yakinindan gecmemistir. Simdi elini vicdanindan kaldir ve klavyeye gotur, adami google et, bakalim aradigin guzellik yakininda mi degil mi?

Konuya sinirliyim sevgi ya da saygi koymuyorum.

21 Ekim 2010, I, Bir Film Olarak the Experiment

Sevgili Okuyucularım,

Dün uzun zamandan beri izlediğim en güzel filmlerden bir tanesini izledim. İsmi, tahmin edebileceğiniz gibi "the Experiment" yani Deney. Filmin konusu da tamamen bir deney üzerine kurulu. ama öyle deney deyip geçmeyin, pamukta fasulya yetiştirmek ya da Sek Süt şişesinde yumurta pişirmeye hiç benzemiyor.

Filmde bahsi geçen deney bir grup insana mapus deneyimi yaşatmak üzerine kurulu. Şöyle ki sıradan bir grup insan gönüllü olarak (14bin dolar karşılığı) katıldıkları bir deneyde mahkumlar ve gardiyanlar olarak iki gruba bölünürler ve sözde bir hapisaneye iki haftalağına kapanırlar, gerisi zaten malum.

ilk dikkatimi çeken şey, her zaman iyi niyeti provoke eten gevşek yapılı bir adamın liderliği öyle ya da böyle ele geçirmeyi becerebilmesi oldu, ki bu dünyanın her yerinde geçerli biliyosunuz. Yani devlet başkanlarından bahsediyoruz. ikinci dikkatimi çeken olay ise baskı ve zorlu şartlar altında saygı duyulan otoritenin normalinden daha etkili olduğu idi. Hoş film zaten daha çok bunun üzerinde duruyor, şöyle ki insanların içinde bulunduğu sıkıntılı ortam sinematografik anlamda renkler ve basık ortam anlayışı ile yansıtlımış. Bu ortam sizi ilk dakikadan içine çekerken deneklerin pskiolojik durumları ile bir empati kurmanıza yardımcı oluyor ancak ondan sonra kendi içinizde bazı sorular sorup taraf seçmeye itiyor sizi film. Bu bağlamda kurgu gerçekten çok başarılı.

Bu minvaldeki filmde kullanılan jargon normalmiş gibi algılansa da aslında ilerledikçe biraz ağır olduğunu hissediyorsunuz. Zaten ben minval ve jargon kelimelerinin her zaman gereksiz birer süs kelimesi olduğunu düşünmüşümdür. Hatta her ikisi de hemen hemen aynı manaya çekilebilir. kanaatimce. Jargon kelimesi her zaman daha kuvvetli gelmiştir kulağıma kaldı ki Minval kelimesi zavallı bir fasıllı lokantayı andırırken Jargon kelimesi kol kasları ile bir anda bakterileri uzaklaştıran çamaşır suyu katkılı deterjan, ya da deterjan katkılı çamaşır suyunu çağrıştırmaktadır.

Filme dönmek gerekirse, karakterlerin hem baskı altında hem de zaman içindeki kıvılcımlanmalarını gözlemlemek son derece düşündürücü. Ortam ve şartlar değiştikçe deneklerin de buna ayak uydurmaları görmeye değer. Ayak ve baş hikayeleri ise gerçekten içinde bulunduğunuz toplumda nerede olduğunuz ya da olmanız gerektiğini konusunda kendinizi size sorgulatıyor, hatta öyle ki bir çok kez ne kadar çok hakkınızın yendiğini düşünmenize bile vesile oluyor.

Holywood saçmalıklarının birbiri ile yarış  hali olduğu bir dönemde böyle bir filmin çekilmiş olması ve biz izleyicilere ulaşmış olması gerçek bir başarıdır sevgili okuyucularım. Size de tavsiyem biraz olsun hayatı sorgulama tandansınız varsa bu filmi izlemeniz ve çaresizliğin evriminizin bir parçası olduğuna kanaat getirmenizdir. Tabi ki herkes aynı sonucu çıkaracak diye bir şey yok siz yine izleyin derim ben.

kucak dolusu opucukler

20 Ekim 2010 Çarşamba

20 ekim 2010, III, istanbullunun bitmeyen cilesi

Sevgili okuyucularim,

Nedir Istanbullunun bitmeyen cilesi? Hep bir agizdan trafik dediginizi duyar gibi oluyorum ve sizlere tebessum ediyorum. Cunku haklisiniz, Istanbullunun bitmeyen cilelerinin arasinda en buyugu her zaman trafiktir. Ozellikle su ikinci kopru ve cevre yol denen olayin zivanadan cikmisligi gercekten de normal bir aklin sinirlani asacak niteliktedir.

Bu yazimi trafikle kafayi bozmus olan okuyucalrima onlara bir kac cozum sunmak adina yaziyorum. Ne demisler? Cok okuyan degil cok gezen bilir. Ben de su an tam ikinci cevreyolunda berbat bir trafigin ortasindayim.

Simdiki tavsiyelerim trafik derdini bir nebze olsun hafifletecektir.

1 en guzelinden her turlu donanima sahip super luks bir araba edinin, malum muhtelif konfor modulleri gerek rahatinizi pekistiriyor gerek sinirleri yatistiriyor. Masaj yapan koltuklari olan arabalari tercih edin. Yorgun bir is gununde trafikte gecireceginiz bir kacsaat kadar rahatlatici bir sey olamaz

2 sofor tutun. Hem de siki tutun cunku istanbul trafiginde guzel bir arabadan sonra ihtiyaciniz olacak en onemli sey guzel bir sofordur

3 yaninizda yeterli miktarda para bulundurun. Olasi durumlarda parasi ile eminyet seridinizi kullanmaniz gerekebillir, bundan imtina etmeyin

4 en kisa zamanda ya isinizi evinizin yakinina ya da evinizi isinzin yakinina tasiyin, ya da home office tutun

5 arabanizda her daim yiycek icecek birseyler bulundurun, acliktan bayilma tehlikesi ihtimalini ortadan kaldirin

6 trafik saatlerinde telefonda emrinizde olacak bos bir arkadas edinin. Bu gereksiz insanla her zaman vakit kaybetmenize gerek olmamasina ragmen haftanin bir ya da iki gunu degisiklik olsun diye arayabilirinsiz. Bu insana cevapsiz yapin ki uzun trafik saatlerinin faturasi size girmesin

7 sinirlerinize hakim olmayi ogrenin cunku bu yaziyi yazmaya basladigim on dakikdan beri on metre yol ya aldik ya almadik

8 guzel sehrimizin guzel cevre duzenlmesinden zevk almasini bilin. Binlerce sukur ki binbir aksakligin yakamizi birakmadigi sehrimizde cevreyollarinin her iki tarafinin da cevresel goruntuleri o kadar guzel ve rahatlatici ki, malum adi cevre yolu zaten, siniriniz bir nebze olsun iki puan dusuyor. Gerek cevre binalarin, gerekse doganin guzelligi sizi adeta transa geciriyor. Hele ki elektrik kablolari

9 kimse inkar edemz ki yanininzda meshur otobus firmalarinin otobuslerinin bulunmasi aslinda sizin acinizdan buyuk bir kardir, cunku bunlarin wi fi networklerinden bedava faydalanabilirsiniz

Bakin gordunuz mu aslinda o kadar da kotu bir sey degilmis trafik. Ya da benim gibi amator bir blog acin ve yaza yaza vakit gecirin.

20 ekim 2010, II, Organ bağışı

Organlarımı bağışlamaya karar verdim.

Bir önceki ve ilk blogumda kalbimdeki deliliğin beynime sıçradığını yazmıştım. Sonra biraz kıllandım. Ya bu bir danışıklı dövüş ise? Ya beynim ve kalbim bir olmuş bana bir oyun oynuyorlarsa?  Bu hiç de hoş bir şey olamaz. Arada sırada organların böyle şeyler yapması normal olabilir belki ama iki tane örnek olması gereken organın böyle habis hareketler yapmaları affedilemez.

Ancak ben yine ne kadar bağışlayıcı bir şahıs olduğumu siz okuyucularıma göstermek adına burada her iki organımı de bağışladığımı açıklıyorum. umarım bir daha yapmazlar ve diğer organlara kötü örnek olmazlar.

20 ekim 2010 , ilk şanssızlık

Bismillah bugün blog yazmaya karar verdim kendimce kurduğum minik hayallerde eli yüzü düzgün bir kaç birşey oluşturmak fikri vardı ama her zamanki bahtsızlığım burada da kendini gösterdi ve ilk gün ilk sayfa şu mesajla karşılaştım: "Image uploads will be disabled for two hours due to maintenance at 5:00PM PDT Wednesday, Oct. 20th. Learn more"

 learn more kısmına bastığım zaman neden bu bahtsızlık mevzunun yakamı bırakmadığını örenmek istiyordum ama bir takım alakasız bilgilerle karşılaştım.

her neyse, zaten ilk günder resimlerle burayı süsyelip olmayan okuyucularımın moralini bozmak da çok hoş olmazdı zaten. bunun yerine yeni edebiyat örneği olan düzyazılarım ile siz sevgili okuyucalarımın karşısına çıkmak isterim. pekiyi bu blog ne ile alakalı olacak ?

bu blog benim gündemimle alakalı olacak. o gün içinde aklıma gelen, gözlemlediğim, kafamın takıldığı ya da içinden çıkamadığım konular ile ilgili bilgileri sizlerle paylaşacağım. pekiyi ama bu konular neler olabilir?

Hayatımda çok değişken şeyler yok. genelde güzel yemek, güzel içmek ve güzel kadınlardan oluşan ana konuların yanında günün getirdiği olayları kendi huylarım ve karakter yapım ve genel şanssızlığım ile harmanladıktan sonra buraya aktarmak niyetindeyim. Bugünki yazımın başlığı da ilk yazı olacaktı ama kaderim beni yanıltmadı ve yine bir odak malzemesi bulmama yardımcı oldu.

geçtiğimiz haftanın 7 günün 5 gününü yoğun bir şekilde alkol tüketerek geçirdiğim için kalp ritmimde bir sekme olduğunu fark ettim. bundan dolayı bu hafatnın çarşamba gününe gelmiş olmamıza rağmen halen tam düzelebilmiş değililm. dahası kalbimdeki sekme beynime de sıçramış durumda olduğundan dolayı bugün için çok verimli olabileceğimi hissedemiyorum. ancak bu kısa girişi konuşmasını bundan sonra burayı çok da boş bırakmayacağımı belirterek noktalamak isterim. malum işin ucunda para da olabiliyor :)